Mesaj
gönderen mesutDEM » 13 Kas Prş, 20:20
Merhaba,
Değişik alanlarda katılımda bulunduğum forumlarda kaba tabiriyle "serbest atış" şeklinde ifade edilebilecek tutumlarla çok sık karşılaşıyorum. Aşağıdaki yazıyı başka bir müzik forumuna fakat doğrudan forum yöneticisine iletilmek üzere hazırlamıştım. Buraya da gönderiyorum. Bu defa doğrudan yönetime göndermek yerine, sıradan bir katılımcı tarafından konu olarak açılmış haliyle. Yazı şöyle:
Merhaba Sn. Admin,
Bugün "google"u açıp "yaylı gruplarının orkestradaki önemleri" şeklinde bir arama yaptım. Ardından aynı arayışı farklı cümlelerle ifade eden farklı ve yine parantezli sorgulamalar. Fakat hayır. Pekbirşey bulamadım. Bunun üzerine "yaylı çalıgılar" şeklinde daha da daraltarak aramaya başladım. Karşıma tuhaf bir şekilde bir-iki site çıktı. Bunlardan biri de bu site idi. Bunun üzerine size üye oldum ve aşağıdaki şu yazıyı döktürmeye karar verdim. Bunu size hediye ediyorum. Fakat iyi bir yere sabitlemeniz ve "serbest atış"a mahal vermemeniz kaydıyla. Elbette hiç yayınlamayabilirsiniz de. Bu size kalmış bir tercih.
MIDI CEPHESİ VE "YAYLI GRUPLARI"NA MIDI MÜZİK CEPHESİNDEN BAKIŞ...
Bir diyar ve devirde müzik ve orkestra hakkında bir birikim teşkil edilememiş ise böyle bir yokluk karşısında MIDI alanındaki faaliyetlerdeki yetersizlikler elbette daha da sırıtacaktır. Diyarda MIDI´nin baştan itibaren "tavernacılık-düğüncülük" gibi sosyo kepazelikleri hiçbir zaman aşamamış olması da bunun tezahürüdür.
Mesela, batı dünyasında yıllar boyunca populer müzik alanında "araştırma" içinde bulunmuş bir insanı düşünün. Bu insan, ortalığı esir almış bazı paganist taassuplar (mesela "rock" ya da "new age") karşısında synthesizer´a inadına sarılmış olsun. Son zamanlarda -elbette internet sayesinde- farkına vardığım "Duane Hickings" boyle insanlara pekçok örnekten sadece biridir. Seksenlerin başlarındaki ilk ergenlik günlerimde Kim Carnes´i bilirdim. Populerizm´in nasıl da "paganist bir taassup" olduğuna dair ilk tesbitlerim o yıllara aittir. Öyle ki, populerizmin o tipik sosyal çerçevesinde adamın biri Kim Carnes´dan için "Bety Davis Eyes" diye ortalıkta bir bağırmış ise o sosyal yaygara karşısında "Voyeur" ya da "Undertow" adlı "araştırma mükemmellikleri"nin farkına varmak hiç de o kadar kolay olmayacaktır...
Synthesizer üstadı "Duane Hickings"in doğrudan etkisinin daha ilk anda hissedildiği "Voyeur" adlı parçayı 1984-85 yıllarında da dinliyordum. Fakat mesela, müziğe bir 3. dünya çerçevesi/esareti altından ulaşabilmede bendenizin idealizmi dahi, aynı Kim Carnes´in "Undertow" adlı parçasının farkına varabilmeme yetememişti...
MIDI demek "bilgisayar" demek (bilgisayar haricinde bir MIDI´den bahsetmeye kalkanlar sanırım, olsa olsa, usta birer "düğüncü"dür). O halde, "MIDI ile ancak 1997´den beri ve o da belli soğuma/ısınma dönemleri çerçevesinde ilgilenebilmiş biri oluşum" kendiliğinden anlaşılabilir. Çünkü bilgisayar demek, "büyü zamanları/umutlanışlar" ve bunları takip eden "hayal kırıklığı/soğuma" dönemleri demektir. Bu kanaatimin MIDI için özellikle geçerli olduğuna inanıyorum. Diyar ülkesinde pekçok insanın MIDI´ye bir şekilde el attığını, ancak bu büyük furyaların içinden çok küçük istisnaların "nehrin yukarılarına" ulaşabildiğini sanıyorum (yanlış anlaşılmasın, bendeniz, o istisnalardan olduğum iddiasında değilim. Öyle olmasaydı 4-5 ay kadar öncesinde 500Gb kadar tutan seçme sample setlerimi harddiskten silip geçmezdim -bir dahaki MIDI özlemi aylarına kadar).
MIDI konusunda benimsemem mümkün olmayan tutumlardan biri, MIDI´yi "normal müzik faaliyetlerinin kuyruğu" gibi göstermeye kalkmaktır. Fakat bu tutum diyar ülkesinde maalesef öylesine hakim durumda ki, bu yüzden MIDI -özellikle de müzik kültüründen zaten mahrum durumdaki genç insanların bilinçlerinde- hakettiği anlam ve değeri bulamıyor. Diyar ülkesinde "MIDI´ye yabancı olmak sebebiyle" onu "dijital partisyon"dan ibaret sanan garip ve atrofik bir bakış hakim ( Buna benzer durumlara "sanal havacılık", ya da "3D sahneleme/görüntüleme" gibi alanlarda da şahit oluyorum ). Yani, her defasında "dijital kültür"ü "kuyruk" olarak bırakmak yönünde bir gayret. Aynı durum işte MIDI müzik için de aynen geçerli. Bunun sebebi, müzik ile ilgili ve hatta "üstat" gösteren şahısların "MIDI´nin asıl dünyası" ve bu dünyanın inanılmaz genişliğine yabancı (yani, "cahil") kalmış olmalarıdır.
Halbuki paradoks da burada: Acaba o simalar/şahıslar müziğin reel alemine ne derece vakıftırlar? İşte müziğin diyar ülkesindeki halleri ortada...
Sadece "orkestrada yaylı gruplarının önemi" başlığı taşıyan bir konuyu ele almaya kalksam dahi, meselenin boyutları ortaya serilecektir. Bu konu, naçizane bilincimde yıllar boyunca ve hem klasik, hem de MIDI anlamda yeralmıştır.
Müziğe ömür zamanları içinde hayati/insani önemde yer vermiş bir insanın "yaylı gruplarının klasik orkestra içindeki önemi" hakkında hiç düşünmemiş olacağına elbette inanılamaz. Fakat mesele şu ki, bir 3. dünya ülkesinin tekel konsevatuvarlarından birileri ortaya çıkıp bu konunun akademik mazi ve birikimi hakkında fikir beyanına asla yanaşmaz. Çünkü onlar bu işten para kazanmaktadır. O takdirde bu konu da aynı tekelin telörgüleri ardında tutulmalıdır (tabi onlara göre). Fakat şu da sorulabilir: Acaba o tel örgülerin ardında bu esaslı konuda ciddi ve kendine has bir birikimi, o arzu edilen "olgunluk/vakıflık" içinden ortaya serebilecek birileri var mıdır?
Bunu da cevaplayabilmek için varolan orkastraların icralarına bir gözatmak gerekir. Bendeniz bu konuda iyimser olması mümkün olmayan biriyim. Müzik eğitimi, orkestra kurumlaşması/icra ve ardından MIDI cephesi şeklinde bir zincir sözkonusu olduğundan zincirin ilk halkalarını elden geçirmek kaçınılmaz:
Ortada öyle bir köksüzlük sözkonusu ki, mevcut durum, bir ülkede yaşanan hayatın o hayatın tarihi gözardı edilerek aşılamayacağını isbatlıyor. Evet, batı dünyasının müzik imkanlarını aynen ithal edip, bunu birilerinin "oligarşik imtiyaz" siparişlerine sıvamak. Bu dahi tek başına yeterince komik iken, diğer taraftan, diyardaki hayatın kendine ait ve "yükseklik" ifade eden bir birikiminin hiç olmamış olması da bunu payandalıyor. Böylelikle, uyduruk konservartuvar yapılanmasının vahşi hayat arenasındaki tavernacılık/düğüncülük ve "sırt zincirleme mazohizmi" fasıllarıyla uyumlu halde geçinip gitmeleri mümkün oluyor.
Böyle bir manzara içinden bir şahsın karşıma çıkıp, "1. /2. keman gruplarının klasik orkestranın genel kalitesini nasıl da belirleyiverdiği" hakkında kana kana içeceğim bir birikimi sunmasını beklemem.
Bu sebeple de, diyar ülkesinin memur orkestralarının konserlerine hiçbir zaman intikal etmemişimdir. Hali hazırda şehrim olan Eskişehir´de buranın oligarklarınca "onların neseplerine binanen" geçen yirmi yılda "tam da tahmin ettiğim şekilde" konservatuar ve orkestra kurulmuş olmasına rağmen hiçbir güç beni oların eteğine sürükleyemez...
Fakat bütün ömrüm boyunca hiç canlı klasik müzik konseri dinlememiş oluşum, beni "orkestra ve yaylı çalgılar" üstüne kafa yormaktan alıkoyamamıştır. Ve bunu, naçizane MIDI faaliyetim desteklemiştir.
Bendenizin MIDI´den anladığı, "bilgisayarda nota yazmak" değil, bilgisayarın ses imkanlarını kullanılmak suretiyle, müziğin tabî hallerine ulaşmaya çalışmaktır.
Yani, "müziği sahnelemek ve ardından görüntülemek (seslendirmek)".
İtiraf etmeliyim ki, sözkonusu "sahneleme" işine hiçbir zaman girişemedim. Daima, daha profesyonel kalitede gördüğüm MIDI partisyonlarının arayışında oldum. Çünkü "amatör bir MIDI score" ile kaliteli/olması gereken tabî ambiansa elbette ulaşılamayacaktır.
İşte bendenizdeki "yaylı çalgılar" (ve de özellikle onların gerek klasik orkestra grupları, gerekse hafif müzik yorumlarındaki küçük ensemble´lar) takıntısı da hep burada sahneye çıkmıştır.
Fakat yaylı çalgı grubunun tipik şekilde "legato" olarak gerçekleşen o büyülü karakteri hakkında karşımda "reel müzik adamı" geçinen pekçoklarının dahi, o kavrayıştan mahrum olduklarına pekçok defa şahit oldum. Öyle ki, internet aleminde amatör "soundfont" derlemelerinden pahalı ticari ürünlere kadar "String ensemble" ses paketlerinin çok büyük bir kısmı "komik" kaldığı halde bunların pekçok kesimde umursamazca kullanıldıklarını görmekteyim. Şu halde, "MIDI seslendirme (audition/audio rendering") amaçlı bu ürünlerin bu şekilde kullanılmaları karşısında "bu insanlar acaba tabî tınıyı gerçekten tanımıyorlar mı?" sorusunu kendime sormadan edemiyorum.
Mesela, sinema müziklerinde belki de sırf maddî sebeplerden dolayı koskoca bir soundtrack´in düpedüz bir studyoda hazırlanmış olması buna örnek olarak verilebilir. Ortaya konan çalışma, kimi soundtrack´lerde olduğu gibi doğrudan populer tarzda olsa bu tuhaf karşılanmaz (rock ya da heavy metal gruplarına sipariş edilip ucuza getirlen soundtrack´ler). Ancak, klasik bir kurgu -enazından şu aşamada- orkestra safdışı edilerek öne sürülmeye kalkılırsa (ki, buna çok şahit oluyorum) bunun sonucu işte öyle olur. Ve bu sonuç, ses mühendisliği ile aşılamaz. Benzer sonuçlar populer kokenli pekçok denemede de görülebilir. Mesela, Matrix filminin müzikleri ve onun en iyi bilinen temalarından biri. Bu, diyar ülkesinin haber programlarının vazgeçilmezi olup çıkmış "Clubbed to death"tır.
Rob Dougan, klasik alanda meydanı bayağı boş bulmuş olmalı ki, Furious Angels adlı albümde daha da ileri gitmiş. Rob Dougan´ı mahveden, bu işi studyoda halletmeye kalkmaktan kötüsü, elbette onun bir Hans Zimmer olamayacak olmasıdır. Yani, tınılardaki yetersizliği "klasik müzik hasleti" dahi örtbas edemezken buna bir de "kökten yetersizlik" eklendiğinde...
Bu şekilde bir "tenkid süreci"ne giriş ardından klasik orkastraların yaylı potansiyellerine daha bir dikkat eder hale geldiğimi söylemeliyim.
Mesela, hakikaten bileğinin hakkıyla (!) orkestranın başına geçebilmiş örnek maestro şef´i bilinçte tahayyül edelim. Bu adam, küçük platoda icrayı sert bir el hareketi ile başlattığında ilk olarak neyi farkedecektir?: Elbette yaylıların kalitesini (benzer ifadeleri, bir defasında, katıldığı bir TV programında Gürer Aykal´dan da duymuştum)...
Kötü yaylılar (!) muhtemelen daha ilk anda -ve tıpkı MIDI´de başımın belası olduğu üzere- komik bir "chorus" verecektir.
Naçizane klasik müzik dinleme yıllarıma ilaveten pekçok klasik string ensemble paketini de tecrübe ettim. Bunun sonucu olarak, yaylı grupları hakkında bilincimde "3. dünyanın mükemmellik düşmanlıkları" karşısında tuhaf bir "yaylı grupları mükemmelliği ideali" klasikleşmiştir. Öyle ki, 3. sınıf bir orkestranın memur yaylıları karşısında Paul Mauriat orkestrasının yaylı grubunu tercih edebilirim (Jou Chopin - Op64-2, ya da "Paris´te son tango").
Yeri gelmişken bahsedeyim, gerek solo keman ve fakat özellikle de "kalitesiz yaylı grupları"nın marifetlerinin örtbas edilmelerinde tipik akustik efektlere başvurulur. Bu müdahale, hernekadar romantik bir hacim sunuyor görünse de, -tahmin edilebileceği üzere- grubun yetersizliklerini örtbas etmek amaçlıdır. Halbuki, "(hayalimdeki) mükemmellik düzeyindeki bir yaylı grubu" o tipik ayrışmalara düşmez. Buna karşın şimdilerde gördüğüm "yerli uygulama", solo keman icralarında da ortam efektlerinin (delay, reverb, echo vs) uygulanması olup çıkmıştır. Çünkü "kök keman tekniği"ndeki yetersizlik, sadece grupta değil, solo´da da herşeyi ele verir.
Elektronik müdahaleler yaylı gruplarını olmadık şekilde etkilemekte. Yukarıda bahsi geçen sinema score´larının icralarında klasik orkestra genel kabul görmüştür. Fakat yine göze batan bir husus, müziğin postproduction aşamalarında genel olarak başvurulan "compression" işlemlerinin yaylı gruplarını -yine tiz ve yüksek yelpazelerde- çok kötü etkilediğidir. Öyle ki, sözkonusu gereksiz compression işlemleri, şiddetli tiz yaylı sesini "synthesizer string" tınısına benzetmekle kalmayıp bu felaketin de ötesine geçerek, "ray üstünde yuvarlanan büyük çelik tekerleklerden çıkan sesler"e dönüştürmektedir.
Diğer dikkatimi çeken bir husus ise, -TV konser kayıt örneklerinden gördüğüm kadarıyla- "memur orkestrası" "kötü salon"da işi iyice pişkinliğe verirken, misafir olarak gelmiş "kaliteli bir orkestra"nın sözkonusu berbat salonun şartlarıyla savaşabildiğidir (Kötü bir konser ortamı elbette kaliteli orkestra ile de aşılamaz). Ve bu "kötü salon/iyi orkestra" şeklindeki tuhaf özel kombinasyonda da hemen öne çıkan da, yine, "yaylı gruplarının kalitesi" olacaktır.
Hayalî fakat "maestro" demeyi hakeden şefimiz, memur yaylı grubunun marifetlerini derhal farkedecektir. Bunu provalarda aşabileceğini de hiç sanmam. Çünkü grup bürokratik yollara da başvurmak suretiyle (!) tipik bir defans verecektir. Yani, ya şef gidecektir, ya da grupta solo yapan birileri (buradan, umarım, "sosyalist" olduğum gibi saçma bir sonuca ulaşılmaz)...
Bu durum, "orkestra" denen şeyin nasıl da bir "uzun bir süreç" olduğunu daha iyi anlatır. Orkestra zaman içinde biçim alan birşey olmalıdır (Özellikle de yaylılar...). Bu ise, 3. dünyanın cennet mekan şartlarında asla mümkün olamayacak birşeydir.
MIDI seslendirme ve katmanlama tecrübelerimden gelen bir tipik "yaylı tecrübesi", yaylıların içyüzlerinin bilhassa "tiz/üst" yelpazede ortaya çıktığıdır.
Yani, hem kemanın kendi pes yelpazesinde, hem de başlı başına pes yaylılarda (çello ve kontrbas) açıkları kapatabilme imkanı vardır. Fakat tiz ve de özellikle aktif velocity düzeylerinde herşey ortaya serilir. Bu bakımdan, MIDI tabanlı klasik müzik seslendirmelerinde bütün klasik tınılar altedilebilse dahi "aktif keman grubu 1. kemanlar" için daha bayağı bir zaman uğraşılması gerekiyor.
MIDI yaylı uyarlama ve seslendirmeleri bakımından bir handikap, synthesizer strings katmanlamaları (armonileri) ile tabi yaylıların grupiçi katmanlamalarının uyumsuzluğudur. Yani, bir populer müzik synth. string score´u getirilip tabî ensemble´a -aynen- çaldırılamaz. Çaldırılır ise bu da başka bir komedi olur.
Bu bakımdan, ergenlik yıllarımda bendenizi klasik orkestraya çekmiş populer müzik uyarlamaları da (populer müziklerin klasik orkestraya çaldırılması) apayrı bir sanattır.
Yani, benim diyen bir kompozitörün sağ kolu durumunda olan "iyi bir orkestra uyarlayıcısı (aranjör)" yoksa pek şansı olmaz (tabi, böyle bir birikim ve marifeti varsa bunu kendisi de deneyebilir). Bu populer uyarlamalar bahsinde ençok dikkat çeken husus, kimi örneklerin -populer notasyonun klasik orkestranın önüne neredeyse aynen getirilmesi sebebiyle- komik kalmalarıdır.
Bazen de tersi durum sözkonusu olabilir. Yani, şahıs, müziği aslında klasik bir görgü etrafında desteklemiştir. Fakat moda ve angajman paganist yöne (!) doğru olunca klasik/antik müzik görgüsünden gelen şeyleri synthesizer´a uyarlamak "zorunda kalmıştır" (mesela, İtalyan müzik grubu Matia Bazar´ın "Souvenir" adlı parçasında olduğu gibi). Populer bahçenin et ve kemik ardında kalan boş alanlarını doldurmak için nasıl dolgulara başvurulmak zorunda kalındığını MIDI ile uğraşmış olanlar daha iyi bilebilirler (fakat elbette "düğüncülük" babında uğraşmış olanları değil).
Populer müzikte o tipik fon kurgularının yokluğunda müzik hacmi öylesine boş kalır ki, bu da insanı MIDI´den soğutur. Bu yüzden populer müzikte pekçok "dolgu malzemesi" bulunur. Yaylıların yerini legato etkisi veren elektrogitar süreçleri almıştır. Ençok da sayısız "pad"ler... İşte populer bahçeden boy atmış nice paganist dilberler şarkıcılık yorumlarında bu şekilde fonlanmışlardır (!). Onların yorum güçleri ne olursa olsun, onları bu şekilde fonlamaya razı simalar olmasaydı, elbette, onların varlıkları "müzik" ile yanyana dahi gelemezdi.
Diyeceğim o ki, populer ses arşivlerinde "pad" olarak geçen şeylerin "su emicilik" ile ilgisi olmayıp, bunlar hristiyan "org" fenomenine yakın görünseler de klasik orkestrada "org" diye birşey yok. Ve bu tesadüf de değildir. Çünkü hakiki müzikte "yaylılar" hem ön plan, hem de fonda kusursuzdur. İyi bir yaylı fon kurgusu anlamsız boşlukları kapatmaya yeterlidir... Bu sezgide ortaya çıkan da, işte, yukarıda da bahsi geçen "legato"dan başkası değildir: "Legato yaylılar"ın evren-sel yeri...
Sonuçta bir müzik amatörü olarak geldiğim nokta, varlıklarını yaylı gruplarına adayacak yaylı sanatçılarının belki de konsevartuvarın ilk yılında buna göre seçilmeleridir.
Şimdi, bu sıraladıklarım için birileri çıkıp, "bunlar zaten biliniyor" demeye kalkmamalı. Çünkü böyle bir atak karşısında hamlem hazırdır: Biliniyordu ise nerede idiler? 3. dünya konservaruvarlarının sınırları dahilinde/telörgülerin ardında mı? Buna herhalde inanacak değiliz.
Saygılar.
Mesut Demirhan
Ekim-2008
Eskişehir