Oldum olası beni geren bir konudur bu; Seçmek, seçilmek.
Seçilen açısından sevinç yada hayal kırıklığıdır sonuç. Seçimi yapanlar ise hiç tartışılmaz ve konuşulamaz. Çünkü onlar bu işin kompedanlarıdır(!)
Sınav yapıcıları bu sınavlarda, neyi irdeledikleri konusunda kendilerini dinlediklerinde, vicdanları ile kalıplaşmış rutin soru uygulamaları( tek ses, iki ses, üç ses, dört ses, ezgi tekrarı, ritm tekrarı vs.) arasında kalmaktadırlar.
Şimdi yapılan sınava bir de şöyle bakalım. Aday öğrencinin algılaması ile ilgili bilgileri alabilmek için Bir "cisim" gösteriliyor, sonra da adaya bu ne? diye soruluyor. Cevap dogru yada yanlış not ediliyor. Sonra iki cisim, ardından üç, dört cisim birden bir arada gösterilip "ne gördünüz" diye soruluyor.
Sonraki aşamada adaya, 8 satırlık bir paragraf okutturuluyor ve ardından "ne anladınız?" diye soruluyor. Aday da aklında kalan ne varsa anlatmaya çalışıyor.
Ve maalesef bazı üniversiteler ilk aşamada bu algılama sorularından( bu nasıl bir objektif tespittir bilinmez) başarısız olan nice müzikal, nice güzel sesli, nice detone olmadan farklı tonlarda solfej okuyabilen, nice müzik literatürünü yemiş yutmuş, nice müzik dağarcığı olan, ufku geniş çocuklarımızı silip atabiliyor.
Bu mu yetenek sınavı? böylemi olmalı?
Soru: Bu ne? Cevap: Kuş Yorum: Afferin...
İkinci soru: Bunlar ne? Cevap: Kuş ve dana Yorum: Hmm güzeeel...
Üçüncü soru: Bunlar ne pekiii? Cevap: deve, çiçek, çoban
Yorum: Afferin, bu çocukta iş var! di mi!...(ha ha ha gülüşmeler...)
Ve malesef nesneleri algılayabilen her çift göz gibi, seslerin inceliğini-kalınlığını ezberleyen herkes( ezberleyen diyorum çünkü hakikaten bir süre sonra bunlar ezberleniyor. Bir çok armonik olduğu için zor duyulduğu sanılan akor, ezber yapma becerisini geliştiren çocuk için hiç de problem olmuyor.)
Eğer bu ezberci bir de ÖSS den 230 üzeri bir not almışsa haydeeeeeee, rast gele!...
Memlekete AGSL okulları açacaksın, onları her konuda düzenli intizamlı, müzikal, armonik düşünen bireyler olarak yetiştirmeye çalışacaksın, Bach yorumu, Mozart yorumu, Beethoven yorumu arasındaki farklılıkları anlatmaya çalışacaksın, Müzik tarihini, dönemlerini, Sonat formunu anlatacaksın sonra da çalışmalarının semeresini, kaderine yön verme noktasında kullanacakken Büyük sınav jürisi o meşhur sorusunu soracak:
Bu ne?
Cevap: KUŞ
Yorum: Hmm Peki ya bu?!........
Türkiyede şu an AGSL okulları bir gerçek olarak 18 yıldır karşımızda durmakta. Kapanırmı kapanmazmı, sürermi sürmezmi deken 18 yıl geçti. Ve Türkiyede Müzik Eğitimi sistemi oluşturulması diye bişeyden söz edeceksek AGSL siz bir oluşumdan bahsedemeyiz.
AGSl okullarının 18 yıldır varlığına rağmen hala düz liselerin yetenek sınavlarına girmesinin tek açıklaması, Bakanlığın popülist yaklaşımlarıdır.Üniversite komisyonları özerk yapılardır. Bakanlık müdahale edemez. Yani iş burada Üniversite yetenek komisyonlarına kalmaktadır. Düz liselilerin ayağını yavaş yavaş bu sınavlardan kesmek lazım. Öyleki bir süre sonra öğrenci cesaret edip bu sınava giremesin. ( Tabi burada çok yeteneklileri ayırıyorum)
Diyeceksiniz ki " sen hangi okuldan girdin Gaziye?"
25 sene önce memlekette AGSL okulu olsaydı gider ona başlardım Lise seviyesine. Eğer böyle düşünecekseniz, Endüstri Meslek Lisesi mezunu olup Müzik Bölüm başkanı olan arkadaşımız var şu an!..
Geçmişi ve imkansızlıklarını bir kenara bırakalım. Şu an AGSL okullarına büyük bir haksızlık yapılmaktadır. Ve bu haksızlık MEB tarafından yapılması bir yana Üniversite sınav komisyonları tarafından da desteklenmektedir. ( Tabi bu destek, sınavlardaki tavır ve tutumlardır.) "Hepiniz eşitsiniz" lafının altından inceden bir AGSL okulluyu ezme durumu. İşte tam da burada bir bakış açısı daha karşımıza çıkıyor. Bir Üniversite hocamız ile yaptığım görüşmede, AGSL okıullarında öğrencilerin hiç de iyi eğitim almadıklarını tam tersine yetenekli öğrencilerin harcandığını, olur olmaz yanlış metodlar ile çarpık çurpuk karşılarına dikilip "ben keman öğrencisiyim felanca ile çalıştım" diye ayrıcalık bekler hallerinin komikliğini anlatmıştı.
Hah işte hassas noktaya geldik! Üniversite hocalarının AGSL hocalarını beğenmeme durumu...
Üniversite Hocalarımızın başımızın üstünde yeri var. Üniversiteler kendi iç dinamikleri içerisinde liyakatlerini kazanan eğitmenlerini rütbelendirir, tamam... Onların yerini durumlarını hiç konuşmayacağım. Peki AGSL öğretmenlerini kim atar? Cevap: MEB
AGSL öğretmen alımı sınavlarına 2 kez katıldım.İlki 1991 senesinde, jürisinde Ali Uçan, Saadettin Ünal, Nevhiz Ercan, Ali Hoca vardı. Bu sınavı kazanamadım. 2001 yılında jürisinde Ertuğrul Bayraktar, Nevhiz Ercan ve bir bakanlık görevlisi olan sınavda başarılı oldum. 5 sene bu okullarda çalıştım. 2001 den sonraki sınavlarda hiç adını duymadığımız insanlar( muhtemelen Bakanlık görevlileri) sınav komisyonunda yer almaya başlamışlar. Sıradan tavır ve uygulamalar ile bu işin en önemli aktörü olan "öğretmen" unsurunu zaman içerisinde ayaklar altına alıp, öğrenci kalitesinin de buna paralel bozulmasına sebep olmuşlardır. Ben de bu dejenerasyonun gözümün önünde seyretmesine daha fazla dayanamayarak 2005 yılında AGSL yi terkettim. AGSL de bulunduğum süreçte birkaç "kadrolu" sıfatlı ama formasyonu bile olmayan öğretmenle çalışmak zorunda kaldım. Beni en çok onlar yıprattı. Müdürümüz de sanatsal anlamda hiçbirşeyin ayırdında olmayan bir insan olunca ortalık "panayır" yerine döndü.
Üniversite hocalarımızın AGSL öğretmenlerinin yetersizlikleri konusundaki serzenişlerine hak veriyorum.(Burada işini iyi yapan, hakederek kadro alan arkadaşlarımızı ayırıyorum) Ve onlardan şunu istiyorum. Karşılarına gelen öğrencilere, öğretmenlerine kızdıkları için değil, öğrencilerin durumlarını yeterli bulmadıkları için beğenmediklerini dile getirsinler. Bunu lütfen onlara söylesinler. Çünkü öğrenci başarısızlığını hala dayandıracak yer bulamıyor, "nerede hata yaptım" diye sağa sola çarpılıp duruyor. Bu konuda komisyonun mümkün olduğunca açık ve net olmasını istiyorum...